Herkese selamlar, bugün sarı lacivert renklere sahip bir taraftan tarafsız görüşlerimle ülkemizdeki çoğu insanın can damarı olan futboldan bahsedeceğim.
Bildiğiniz üzere futbol, sahada 11 kişilik 2 takımla birlikte oynanan bir takım sporu. Zevkine izlendiğinde komik muhabbetlere sahne olan bir şeydir. Tuttuğumuz takım kaybettiğinde rakip takım taraftarı olan arkadaşların bizim takımla dalga geçmesi, sonraki hafta biz kazandığımızda bizim onlarla dalga geçmemiz gibi muhabbetler genelde komik oluyor. En sonunda da biri şampiyon oluyor ve birkaç ay boyunca transferler tartışılıyor. Aynı bitmeyen bir dizi gibi, hatta bu cümleme bir dizi örneği de verebilirim ancak boşverin. Devam ediyorum.

Futbolda çok güzel bir şey vardır, her ne kadar belli başlı takımların arasında kaos olsa bile Avrupa maçlarında çoğunlukla birbirini desteklerler. Saha içinde birbirinin en büyük düşmanı olan iki takımın taraftarları, saha dışında sonraki güne gezinti planı yapmış insanlardır. Ancak bu durumun da bir istisnası var, o da holiganlar. Diğer her şeyde olduğu gibi futbolun da fazlası zarardır. Herkes bir takıma aidiyet hissedebilir; bu yüzden fanatiklik normal, holiganlık ise zararlıdır.
Fanatik bir insan maçını izler, binbir emekle hazırlanmış koreografilere bakar, tribünlerdeki meksika dalgasını izler ve maç bittikten sonra skora göre mutlu veya üzgün olarak evine döner. Futboldan sonuna kadar zevk alır, ancak futboldan ötürü çıkan kavgalarda bu kişi yoktur. Çünkü fanatik insanın tek olayı takımına aidiyet hissetmesidir. Yeri gelir takımıyla kendi de dalga geçer. Kısacası bu arkadaşımız keyfine bakmaktadır. Bunun ötesi holiganlıktır.
Holiganlık ise kötü bir şeydir. Hayatta her şeyin fazlası zarardır ve fanatizmin fazlası holiganlığa girer. Bir holigan, tuttuğu takımla beraber yaşar. Takım kaybettiğinde o kişi dünyanın en mutsuz insanıdır. Takım kazandığında mutludur, şampiyon olduğunda ise bu kişi dünyanın en mutlu insanıdır. Ancak bu insan tuttuğu takımdan dolayı etrafına zarar verebilir. Taraftarlar arasında yaşanan kötü olaylarda bu insanlar başroldedir. Ancak holiganlar sadece futbolda değildir, insanlar herhangi bir kategorideki bir isme holigan olabilir.
Aslına bakarsanız bu holiganlık konusunda futbolun adı çıkmıştır. Holiganlık dendiğinde insanların aklına genellikle ilk olarak futbol geliyor, dolayısıyla insanlar futbolun kaostan ibaret olduğunu sanıyor. Oysa bu bir algıdır. Futbol çok eğlenceli bir şeydir, molalarda arkadaşlarımızla oturup futbol tartışmaları yaparken vakit hızlı bir şekilde akar gider. Sıradan bir tartışmadır bu, konu orada kalır ve herkes yaptığı işin başına döner. Diğer tartışmaların hepsinden de güzeldir. En azından bana göre.
Ancak tabii ki bu tartışmaları da abartan insanlar var, işte onlar holiganlar oluyor. Holiganlara tartıştığınız konuyu asla anlatamazsınız, çünkü onlara göre kendi takımları ne yaptıysa doğrusu odur. Her konuda kendi takımları haklıdır, diğer takımların ne düşündüğünü dinlemezler bile. Ben bir Fenerbahçe taraftarı olarak takımıma aidiyet hisseder, yine de yanlışa yanlış derim. Ancak holiganlar için kendi takımlarıyla yanlış kelimesi asla yan yana gelemez.
Ancak holiganlar sadece futbolda değildir. Belli bir markaya, belli bir müzisyene, belli bir siyasetçiye -ki siyasetteki holigan, futboldakinden fazladır- holiganlık yapan çok fazla insan vardır. Ancak insanların aklına holiganlık dendiğinde ilk futbol geliyor, bu yüzden ortaya futbolun kaostan beslendiğine dair yanlış bir düşünce çıkıyor. Oysa futbol çok güzel bir spordur; her zaman ve her şart altında hem binbir şekilde oynanabilme, hem tartışılabilme potansiyeline sahip olma konusunda tek sayılabilir.

Futbolun bence en güzel yanı
Futbolun tüm eğlencesi ve keyfi bir yana, benim futboldan ayrı saydığım bir güzelliği vardır: tribünler. Tribünde koreografilerden tutun tribünlerin karşılıklı olarak söylediği şarkılara kadar bir sürü güzellik vardır. Sahada oyuncular futbolunu oynarken tribünlerde davul eşliğinde omuz omuza söylenen besteler ve şarkılar vardır. “Fenerbahçe’m benim, biricik sevgilim”, “lacivert olmadan sarı sevilmez”, “bir seni sevmişim yalan dünyada” gibi besteler ve şu sıralar Fenerbahçe tribünlerinde popüler olan Haluk Levent’in Anlasana şarkısı çok güzel geliyor açıkçası. Atılan gollerden sonra tribünde yaşadığımız sevinç, o an için dünyanın en güzel şeylerinden biri oluverir. Maçı kazanarak geri dönmek ise güzel bir duygudur.
Bana soracak olursanız herkesin hayatında en azından bir kez tribün tecrübesi olmalı. Ancak 90 dakika boyunca bağırmak yerine ortama ve maça odaklanmak istiyorsanız kale arkasından değil de paraya birazcık kıyarak yan tribünlerden bilet almanızı öneririm. Ve mümkünse üst tribünden bilet almanız doğru olacaktır, çünkü buradan her şeyi çok güzel bir şekilde görebileceksiniz. Çok da efor harcamanıza gerek kalmayacak. Ancak kale arkalarının hele ki üst tarafları çok coşkuludur, oradan bilet alıyorsanız muhtemelen bağırmanız gerekecektir. Yine de bunun anlamı kale arkalarını sevmemem değil, stres atmaya gidiyorsanız orayı da deneyebilirsiniz. Şarkılar söylenirken adeta bir konser havası alacağınıza emin olabilirsiniz.
Yalnız tribün olayını sadece futbol olarak düşünmeyin, söz konusu Fenerbahçe ise basketbol maçları da çok coşkulu geçiyor. Ülker Spor ve Etkinlik Salonu çok güzel mesela. Eğer yakınsanız salon zevkini de almanızı öneririm, onun yeri apayrı. Ancak en azından ortalardan bilet almanızı öneririm, çünkü daha yukarıdan izlerseniz helikopterden bakıyormuş gibi hissedeceksiniz. Salon o denli büyük çünkü.
Sevdiğim bir konu olduğundan bu yazımı bir tık uzun tuttum, umarım sizi de okurken eğlendirebilmişimdir. Herkese mutlu bir haftasonu diliyorum!