Müzikler ve tarzlar -biraz eleştiri-

Birisi dinleyip geçtiğimiz, birisi de dönem dönem değiştirdiğimiz şey. Düşününce kişiden kişiye değişmesini de gayet normal buluruz. Ancak size farklı bir şeyden bahsetmek istiyorum. Bugün size hayattaki çoğu şeyde olduğu gibi holigan sayısının azımsanamayacak kadar fazla olduğu 2 konudan bahsedeceğim.

Müzikle başlayalım

Müzik adına azımsanamayacak kadar fazla kategorinin ortaya çıktığı günler yaşıyoruz. Eskiden sözler ön plandayken, bugün sound ön planda. Buna kanıt olarak sözün ön planda tutulduğu müziklerin yaptığı hit ve soundın ön planda tutulduğu müziklerin yaptığı hit argüman olarak sunulabilir. Müziğin eğlence olarak görüldüğü günlerde de bu durum son derece normaldir.

Ancak çoğu sektörde olduğu gibi burada da holigan insanlar vardır. Bu insanlarla karşı karşıyayken sevdiğiniz müziğin 2 dakikada ‘çöp’ ilan edilmesini geçtim, aynı zamanda savunma yaptığınız anda siz de ‘kulaksız’ ilan edilebilirsiniz. Buradan komik muhabbetler de doğabilir, karşılıklı bir holiganlık varsa uzun sürecek bir tartışma da doğabilir. Oysa 3 dakika sonra muhtemelen farklı bir kategoriden yeni bir müzik çalmaya başlayacaktır. Zevklerden ötürü bir tartışmanın başlaması komik değil midir?

Kimimiz Türkçe rap, kimimiz Türkçe pop, kimimiz Türkçe rock, kimimiz de bunların yabancı olanlarını dinler. Gayet normaldir. Ancak bu müziklerin YouTube’daki yorumlarına baktığınız zaman bir sürü kıyasla karşılaşırsınız. Az dinlenen bir şarkıya bakıyorsanız zaten yorumların “A şarkısı 50 milyonken bu neden 100 bin” şeklinde olacağını önceden tahmin edebilirsiniz. Oysa bu sorunun cevabı basittir, A şarkısı 50 milyonun zevkine hitap ederken mevzubahis şarkı da 100 bin kişinin zevkine hitap etmektedir.

Ancak bir konu var ki bu konu müziği üretenlere de zarar verdiğinden değinmek istiyorum: sürü psikolojisi. Daha önce hiç sosyal medyada linçe maruz kalmış bir şarkıyı dinlediğinizde “iyi de bu müzik kötü değil” dediniz mi?

Ben beğenmedim, ama…

Ama dedikten sonra cümlenin devamına göre yukarıda bahsettiğim durum karşımıza gelebilir. Daha çok rap şarkılarında karşılaştığımız bu duruma göre kişi, bir algıya yakalanmıştır ve beğenmediğini idda ettiği şarkıyı tekrar tekrar dinledikçe işin içinden çıkamaz hale gelir. Aynı şey beğenilen şarkılar için de geçerlidir, güzel olmayan bir müziğe planlı şekilde kaliteli bir reklamcılık yapılır ve müzik ünlenir. Son zamanlarda sık karşılaştığımız bir şeydir.

Tarzlar

Evet, o konuya geldik… Tarz her şey hakkında olabilir; müzik hakkında olabilir, okunan kitaplar hakkında olabilir, giyim hakkında olabilir, renk hakkında olabilir… Bu liste böyle uzar da gider. Ama tarzlara çoğunlukla önyargı ile yaklaşılır. “O müzik dinlenir mi”, “o kitap okunur mu”, “öyle mi giyinilir”, “bu renk iğrenç bir renk” gibi bir sürü cümleye maalesef ki maruz kalınabilir. Oysa o müzik de dinlenir, o kitap da okunur, öyle de giyinilir, o renk de tercih edilir. Bunda ne var ki? Gel de insanlara anlat.

Asıl anlatmak istediğim şey işte buydu. Neden herkes, her şeye karışır? Tercihler ve zevkler sadece kişiyi ilgilendirmez mi? Bu sataşmalarla büyük bir topluluk nasıl geçinebilir?

Doğru cevap, büyük bir topluluğun bu sataşmalarla geçinemeyeceğidir. Müzik kısmında bahsettiğim gibi algıların da büyük bir pay sahibi olduğu türden bir konudur bu. Sorun şu ki, algılar doğru sanılmaktadır. “X kişisi yanlış yapıyor”muş. X kişisine neden böyle düşündüğünü soruldu da mı bu kanıya varıldı? Tabii ki hayır.

Günümüzde bu yüzden çok fazla tartışmalar yaşanmakta. Keşke yaşanmasa. Çekememezlik en üst noktada, keşke öyle olmasa. İşte toplumsal kavgaların çoğu da bu yüzden var.

Demek istediğim şudur ki her fikre, her görüşe saygı duymalıyız. Bir fikrin azınlık olması o fikrin yanlış olduğunu göstermez, ki biz bile doğru olduğunu kabul ettiğimiz şeyler için yarın aynı şeyi düşünmeyebiliriz. Bu doğaldır. Hepimiz için iyi dileklerimle, hoşça kalın.

Martı motorlar

Herkese selam. Bu defa kimisi için bilgilendirici, kimisi için eğlenceli olacak bir konuyla karşınızdayım. Yollarda öyle başıboş şekilde bırakılmış yeşil renkli motorların bir Martı hizmeti olduğunu biliyor muydunuz? Bu durumu sonradan fark eden biri olarak sizi de kendi yerime koyuyor ve sürüş tecrübemle beraber size anlatmak istiyorum.

Bildiğiniz üzere elektrikli scooterlarla nam salmış diğer markalar gibi Martı diyince de akla ilk elektrikli scooterlar gelir. Hatta bazılarımız elektrikli scooterlara ‘martı’ şeklinde hitap edecek kadar bu durumu büyütmüş durumda. Haliyle Martı’nın aynı zamanda elektrikli motosiklet hizmeti verdiğini benim 1 ay önceki halim de dahil olmak üzere çoğumuz bilmiyor. Aslına bakarsanız Martı dışında bu hizmeti veren uygulama var mı ben de bilmiyorum. O yüzden Martı’yı anlatıyorum.

Sürüş kısmı

Motoru alırken tek başıma olduğumdan ve nasıl kullanacağımı bilmediğimden dolayı heyecanlıydım. Uygulamadan motoru açtım, motorun bagajındaki kaskı taktım ve hemen koltuğa geçtim. 2 kişinin rahat bir şekilde sığacağını düşündüğüm o koltuğa oturduğumda önümdeki tuşlar beni biraz düşüncelere itti. Düşüncelerden çıktığımda hangisinin sinyal, hangisinin korna olduğunu öğrenmiştim ve düşüncelerden çıkma sürem pek de uzun değildi. Sürmeye başladım.

20 dakika içinde ne olur ne olmaz diye kalın giyindiğim için çok mutluydum, çünkü hava nasıl olursa olsun motor kullanırken rüzgar sizi çok etkiler. Motoru pek hızlı kullanmamış biri olarak 30 km/s civarında takılmama rağmen rüzgarın ciddiyetini hissederken de tam olarak bunu düşünüyordum. Neyse ki bu durumun beni etkileyemeyeceği kadar kalın giyinmiştim, ancak ellerim hakkında bunu söyleyemeyeceğim. Daha önce de motosiklette bulunmuştum (yani sürmeye başlarken de bu durumun farkındaydım), yine de ellerimin 1 dakikadan daha uzun süre buz tutmuşcasına soğuduğunu hissetmeme rağmen bunu kafama pek takmadım.

Basit yerlerde sürerken her şey çok kolaymış gibi gelebilir. Ancak motosiklet sürüyorsanız trafikte her zamankinden daha fazla dikkatli olmanız gerekiyor, çünkü motosiklet kullanmak etrafınızdaki şoförlere bağlı olarak zordur. Her zaman birinin hata yapabileceğini hesaba katarak motosiklet sürmeniz gerekir. Bunun sebebi de hayatımızı yolda bulmamış olmamızdır. Yaşayabileceğimiz kazalarda ne kadar haklı olacaksak olalım bir motosiklet sürücüsü olarak kaza yaptığımızda doğrudan yerle temas edeceğiz. Bunu hiçbir zaman aklımızdan çıkarmamalı ve motosikleti buna göre sürmeliyiz. Ben de bu detaydan ötürü yol kenarında sürdüm ve bu işin keyfini yeterince aldım.

Motoru bırakma kısmı…

Başlığın sonuna üç nokta koymuş olmamdan anlayacağınız üzere motoru bırakmak tam bir eziyet. Yollardaki park yerlerine dikey olacak şekilde park etmemiz gerekiyor, kabul. Zaten bu kolay bir şey. Zaten sorun bu değil. Sorun şu ki motoru alırken açtığımız, motorun altındaki emniyetin kapanışı o kadar da kolay değil.

Evet, motoru alırken bu emniyeti ayağımızdan destek almak kaydıyla motoru ileri iterek kolay bir şekilde açmıştık. Ancak emniyetin geri kapanması bu kadar kolay olmayacak. Püf noktası var mı bilmiyorum, ancak ayağımla üstüne basıp motoru geri çekmeye çalışırken birkaç dakikamı heba ettim. Sonra ne oldu derseniz yoldan geçen birinden yardım isteyerek kapattım ve motorun fotoğrafını çekerek sürüşümü sonlandırdım. Bu yüzden motoru bıraktığınız yerin etrafında her ihtimale karşı yardım alabileceğiniz birilerinin olmasını size de öneriyorum.

Martı motosiklet ve Martı elektrikli scooterın farkı

Şahsen ben sadece 2 fark görebiliyorum. Bu farklardan birisi elektrikli scooterda ayakta duruyor olmamız, diğeri de motosikletin elektrikli scooterdan daha hızlı gidebilmesi. Sanırım bir de motosikletin daha pahalı olmasını da bu farklardan biri olarak sayabiliriz. Başka da bir fark göremiyorum açıkçası.

Tüm bunları konuştuktan sonra bana hangisini önereceğimi soracak olursanız elektrikli scooter derim. Çünkü hem daha hafif, hem daha rahat alınabiliyor ve bırakılabiliyor. Ek olarak daha ucuz ve arkadaşınızla süreceğinizi hesaba katarsak ehliyet de gerektirmiyor. Ancak tabii ki ikisini de sürerken bir sakatlık yaşamamak için tedbirli olmak gerekiyor. Hepsi bu.

İyi, ama ücret konusuna hiç girmedin

Evet, ücret konusuna girmedim. Ancak bunu unuttuğumdan değil de kasıtlı olarak yaptım. Çünkü ücret, kullandığınız uygulamadan uygulamaya ve günden güne değişme potansiyeline sahip olan bir şey. Bu yüzden bu konuya girmemek en iyisi.

Hepinize en güzel dileklerimle iyi sürüşler diyerek bu yazıyı sonlandırıyorum 🙂

Kar yağışı ve bembeyaz İstanbul

Herkese günaydın. Bugün lapa lapa karın yağdığı bir İstanbul sabahına uyandım ve herkes gibi ben de bu manzaranın tadını nasıl çıkarabilirim diye yollar aramaya başladım. Sanırım en iyisi yazmak.

Çok geniş bir tarihi ve sayısız medeniyetin yuvası olan bu şehirde, kar yağışının sık sık görülmemesinden mi yoksa akıllarda sıcak ve nemli bir şehir olarak yer etmiş olmasından mı bilmem, ama bembeyaz manzarayı izlemek her zaman bir başka keyif veriyor. Hele sıcak çayınız/kahveniz de avuçlarınızın içindeyse her şey tamam demektir.

Ancak kar her zaman herkesi mutlu etmez. Kar için yollarda önlemler alınmalıdır ve bu önlemler tam zamanında yapılmadıkça pek bir anlam arz etmez. Çünkü sabahleyin işe ulaşabilmek için erkenden evinden çıkan insanlar bugün verecekleri mücadeleyi düşünerek ayakkabılarını bağladılar. Şahsi araçlarıyla yola çıkanlar, yolda mahsur kalmadan nasıl işe ulaşabileceklerini düşünüyorlar. Otobüsle yola çıkanlar ise durağa yürürken kayıp yere düşmemeyi.

Öğrencilerden bahsetmiyorum, çünkü onların okulu tatil ilan ediliyor. Zaten tatil olmasa bile öğrencilerin hatrı sayılır bir kısmı okula gitmemeyi tercih edecektir. Okula gitmeyenler mahalledeki arkadaşlarıyla, gidenler de sınıftaki arkadaşlarıyla kartopu savaşı yapacaktır muhtemelen. Teneffüslerde birçok kar konusu döner elbet, ancak sınıfın penceresini vurma savaşını kazanan arkadaşıma öncelikle selam söylüyorum. Çünkü benim de eskiden gittiğim okulumda yapmaktan en keyif aldığım şey buydu.

Kar yağışında düşünmemiz gereken bir konu

Lapa lapa yağan karı izlerken genelde düşünmediğimiz bir konu var: sokaktaki minik dostlarımız. Onlarla karşılaşırsak en azından dillerinin sokak direklerine yapışmasını önleyebilmek için küçük evler yapabiliriz. Bunu yapamıyorsak kapımızın önüne bir kap yemek ve su bırakabiliriz. Bu havada verdikleri mücadelede bir kap yemek ve su onlara ilaç gibi gelecektir. Kuşlar için de camlarımızın önünü temizlemek iyi bir fikir olabilir.

Yine de öyle bir konu var ki, hatırlamayanlarımız için tekrardan belirtmek istiyorum. Arabalarımızı çalıştırmadan önce sağı solu kontrol edelim, çünkü bazı sokak hayvanları arabamızın sıcak yerlerine sığınmış olabilir. Yola çıkarken de yerlere kamuflaj olabilecek renkteki sokak hayvanlarına dikkat etmeliyiz.

Bence en zevkli kısım

Her şeyden bahsettiğimize göre, biraz da kar yağışının en güzel olduğunu düşündüğüm kısmına geleyim. Tabii bu kısım için önce havanın kararması ve ondan da önce buzlanmanın olmaması gerekiyor. Çünkü bence kar yağışlı günlerin en zevkli kısmı karda yürüdüğümüz kısım. Hem kar yağışını izlemek, hem sokağın son derece sessiz olması, eğer yanınızdaysa kulaklığınızla sakin bir müzik dinlemenin verdiği keyif… Daha ne olabilir ki?

İstanbul’da nadiren gördüğümüz bu güzelliğin eşliğinde herkese mutlu bir haftasonu diliyorum…

Boş geçen tatil günleri…

Herkese tekrardan selam! Yine bir pazar günü ve yine yapacak bir şey yok… Aslında var, ancak kimimiz için plan yapılabilecek gün denk gelmiyor, kimimiz haftanın stresini evde durarak atmak istiyor, kimimiz tabiri caizse dışarı çıkmaya üşeniyor. Bugünlük ben üşenen kısımdayım ve 5 dakikanızı alarak pazar gününüze ekstra okuma aktivitesi getirmiş olacağım.

Son zamanlarda plan yapamadığımız günlerde bir müzik eşliğinde tek başımıza turlamanın çok eğlenceli olabileceğini keşfettim. Şehirde daha önce hiç bulunmamış olduğunuz bir bölgedeki herhangi bir kafede çay eşliğinde YouTube videolarını izlemek, bir turistik bölgeyi keşfederek oradaki yabancı insanlarla bir şekilde iletişim kurmaya çalışmak, değişik fikirlerle oluşturulmuş selfieler düşündüğünüzden kat ve kat fazla eğlenceli olabilir ve vakit geçirmenizi sağlayabilir. Eğer şu an evde durmak istemiyorsanız denemeye değer, öyle değil mi?

Yalnız evden çıkmadan önce unutmamanız gereken 3 5 şeyi de belirtmek isterim, tabi bunların sığacağı kadar büyük bir çantanın da bulunması şartıyla. Eğer yukarıda söz ettiğim gibi tek şekilde çıktıysanız size yetecek bir termos dolusu kadar filtre kahve, ne olur ne olmaz amacıyla çift sayı olacak şekilde karton bardak, seviyorsanız evinize yakın bir noktadan veya dışarıda bulunduğunuz konuma yakın bir noktadan aldığınız simitiniz veya sandviçiniz ve eğer hala kış mevsimindeysek tüm koşullara önlem niteliğinde çantaya sığdırdığınız ufak şemsiyeniz. Yedek maskeyi ve anahtarı unutmadığınızı varsayarak yapabileceğimiz şeylerden bahsetmek istiyorum.

En güzel kısma geldik!

Çantamızı hazırladık, gitmek istediğimiz yeri kararlaştırdık. Kimimiz turistik bir yere, kimimiz merak ettiği bir semte gitti. Bense henüz karar verememiş kişileri de bu satırda yanıma alıp sahile gitmeye karar verdim. Kararsız arkadaşlarımla beraber güzel bir plan yaptım, ancak önce sahile ulaşmamız gerekiyor.

Sahile ulaştık, artık planımı açıklama zamanı geldi. Sahillere kurulmuş Belturları değil de, bisiklet istasyonlarından birini veya park edilmiş elektrikli scooterlardan kişi sayımız kadar olacak şekilde bulmamız gerekiyor. Ancak bunun için haritayı kurcalamak zorunda değiliz, sahil upuzun ve yolda yürürken dinlediğimiz müzikle birlikte bu boş geçme potansiyeli yüksek olan pazar gününden keyif alıyoruz. İşte bu kadar!

Elbette ki sahili olmayan şehirleri de düşünerek bu satırı da yazmaya başlıyorum. Çözümümüz alışveriş merkezleri.

Alışveriş merkezlerindeki mağazaları gezmek her zaman güzel bir fikirdir. Mağaza mağaza gezerek bir kıyafet beğenmek, veya evimizin ihtiyaçlarını en estetik olacak şekilde nereden alabiliriz araştırması her zaman zevkli olacaktır. Tabii bu şekilde ne kadar vakit geçireceğiniz biraz da alışveriş merkezindeki mağaza sayısına bağlı olacağından dolu bir alışveriş merkezine gitmeniz çok iyi bir fikir olacaktır. Şimdiden hepinize iyi gezmeler!

Gelin 2022’ye bir de beraber bakalım!

Kardan adam stok fotoğraflar | Kardan adam telifsiz resimler, görseller |  Depositphotos
Kaynak: tr.depositphotos.com

2022 çoğumuz için hızlı, çoğumuz için kavanozdaki balı süt dolu bir bardağa döküyormuşçasına yavaş başladı. Kimimiz için okul, kimimiz için iş mücadelesi devam ederken; diğerlerimiz için eğlence kısmı devam ediyor. Benim için okullu olan kısmı devam ediyor, ancak ben duruma alıştığımdan dolayı çok da sorun olmuyor. Alışamadığım tek şey yüz yüze eğitim ve yüz yüze yapılmış olan sınavlarım.

Yüz yüze eğitimi, okul çıkışlarında beraber yapılan planları her ne kadar özlemiş olsam da yüz yüze yapılan sınavlara alışmam uzun zaman alacak gibi görünüyor. Hele gözlerini dikip uzun süre bizi gözetleyen, sürekli yanımızdan geçerek bir öne bir arkaya giden öğretmenlerin sınav sırasında oluşturduğu dikkat dağınıklığı… Neyse ki şikayetname yazmıyorum, şanslısınız 🙂

Zaten 2022 yılı benim için hem bloggerlığa hem de hayata kelimenin tam manasıyla atılış yılı olacak. Bunu 11 gün gecikmeli olarak yazsam da tüm oklar bunu gösterdiğinden dolayı aksini idda edemiyorum. Yapılan planların değişmesi, yüzü sanki farklı dilde yazılmış gibi gözüken akademik yazılara çevirmek, o malum kağıtlarla eskiye nazaran daha fazla karşılaşmak ve saire. Sanırım gidişattan memnun olmak gerekiyor.

Biz gidişattan memnun oluruz da ah şu virüs eksik kalsa. 2019, 2020, 2021 derken 2022 yılına girdik ve hala virüsün gücünden bir şey eksilmiş değil. Plan yaparken yaz mevsiminden bahsetmiyorsak daima 2 kez düşünmemiz gerekiyor. Hele ki bugünlerde yaşanan vaka artışını hatırladıkça maskemiz takılı mı diye kontrol edip duruyoruz, çok sıkıcı. Sanırım artık hiçbir zaman her şey dört dörtlük olmayacak. Açıkçası alıştığımızdan dolayı da sorun olmuyor artık. Alışılmışın dışında olarak yaşadıklarımızı da garipsememeye de başladık ya, neyse.

2021’e dönecek olursak…

Neredeyse yarısını evde geçirdiğimiz bir yıl olduğu için genel olarak hiçbirimiz iyi anılar yaşamadık. Yasaklar bittiğinde ayakkabıyı nasıl bağlayacağımızı hatırlamaya çalışırken yıl bittiğinden dolayı geriye dönüp de bakmaya gerek yok aslında, ama yine de anlatayım.

Bir kısmı evde geçen bir yıl olduğundan daha çok televizyonla ve internetle geçti. Futboldaki başarısızlığı basketboldaki Avrupa şampiyonluğuyla kapatıp keyfimize baktık, hep birlikte gururlandık. Daha sonra ampute milli takımının başarısını da görünce daha bir güzel hissettik. Her ne kadar gidemesek de Formula 1 ayrı bir heyecandı. Öyle ya da böyle bunu da bitirdik, aynı 2022’yi bitireceğimiz gibi…